Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, ''Eğitim Proğramları ve Öğretim'', '' Eğitim Yönetimi ve Denetimi'' , '' Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi'' anabilim dallarında yüksek lisans ve '' Eğitim Bilimleri '' alanında doktora olmak üzere lisansüstü eğitim vermektedi.
Ayrıca Rehberlik ve Piskoloji Danışmanlık Ana Bilim Dalına işe 2009-2010 eğitim öğretim yılından itibaren lisansdüzeyinde öğrenci almaktadır. Eğitim Bilimleri Bölümleri Ayrıca, Eğitim Fakültesi'nin diğer bölümlerinde '' Meslek Bilgisi'' kodlu öğretmenlik meslek bilgisi ve becerilerine yönelikde yürümektedir.
Bunun yanında, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü'nde yer alan, Orta Öğretim Alan Öğretmenliği, tezsiz yüksek lisans proğramlarında destek vermektedir.
Eğitim Bilimleri Bölümünün temel amacı ülkemizde eğitim ile ilgili çeşitli sorunların bilimsel yöntemle araştırmak ve bu alanda Türk milli eğitim politikasına katkıda bulunabilecek çözüm önerileri sunabilmektedir.
4 Ocak 2010 Pazartesi
KARBONHİDRATLAR
Karbonhidratlar:
* Karbon, hidrojen ve oksijenden oluşmuştur.
* Bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur.
* Ftotosentez sonucu üretilir.
* Karbonhidratların fazlası birkilerde nişasta olarak depo edilirken hayvanlarda, glikojen olarak depo edilir.
* Karbonhidratların en küçük yapı taşı, glikozdur.
* Karbonhidratlar dört temel kısıma ayrılır.
A. Glikoz
- Fotosentez ile birlikte üretilir.
- Karbonhidratların en küçük yapı taşıdır.
- Çok sayıda glikoz birleşerek nişastayı, selülozu ve glikojeni oluşturur.
- Solunumda enerji verici besin olarak kullanılır
Hayvanların kanında bulunan en fazla şekerdir. Glikozun fazlası:
a. Bitkilerde nişastaya çevrilerek lökoplastlarada depolanır.
b. Hayvan hücrelerinde glikojene çevrilerek kas ve karaciğer hücrelerinde depo edilir. Glikozun ayırıcı çözeltisi ile kırmızı renge boyanır.
B. Nişasta:
Bitkilerde fazla glikozun depo şeklidir. Çok sayıda glikozdan oluşmuştur. Nişasta ayırıcı olan yot ile mavi renge boyanır. Yanlızca bitki hücrelerinde bulunur.
C.Selüloz:
Yanlıca bitkilerde bulunur. Bitki hücrelerinin çeperlerinde bol miktarda bulunur. Hayvanlar tarafından sindirilemez. Çok sayıda glikozdan oluşmuştur.
D. Glikojen:
Yanlızca hayvan hücrelerinde bulunur. Glikozun hayvan ve insanlardaki depo şeklidir. karaciğer ve kas hücrelerinde bol miktarda bulunur.
* Karbon, hidrojen ve oksijenden oluşmuştur.
* Bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur.
* Ftotosentez sonucu üretilir.
* Karbonhidratların fazlası birkilerde nişasta olarak depo edilirken hayvanlarda, glikojen olarak depo edilir.
* Karbonhidratların en küçük yapı taşı, glikozdur.
* Karbonhidratlar dört temel kısıma ayrılır.
A. Glikoz
- Fotosentez ile birlikte üretilir.
- Karbonhidratların en küçük yapı taşıdır.
- Çok sayıda glikoz birleşerek nişastayı, selülozu ve glikojeni oluşturur.
- Solunumda enerji verici besin olarak kullanılır
Hayvanların kanında bulunan en fazla şekerdir. Glikozun fazlası:
a. Bitkilerde nişastaya çevrilerek lökoplastlarada depolanır.
b. Hayvan hücrelerinde glikojene çevrilerek kas ve karaciğer hücrelerinde depo edilir. Glikozun ayırıcı çözeltisi ile kırmızı renge boyanır.
B. Nişasta:
Bitkilerde fazla glikozun depo şeklidir. Çok sayıda glikozdan oluşmuştur. Nişasta ayırıcı olan yot ile mavi renge boyanır. Yanlızca bitki hücrelerinde bulunur.
C.Selüloz:
Yanlıca bitkilerde bulunur. Bitki hücrelerinin çeperlerinde bol miktarda bulunur. Hayvanlar tarafından sindirilemez. Çok sayıda glikozdan oluşmuştur.
D. Glikojen:
Yanlızca hayvan hücrelerinde bulunur. Glikozun hayvan ve insanlardaki depo şeklidir. karaciğer ve kas hücrelerinde bol miktarda bulunur.
SİNDİRİLEN BESİNLER
Vücüdün Çeşitli Kısımlarına Nasıl Yerleştirilir?
İnce bağıırsakların iç yüzeylerinde kadife tüyü gibi gayet ince tümür adı verilen çıkıntılar vardır. Bunların ortasında kilüs damarı denilen bi lenfa damarı ile etrafında da kılcal damarlar bulunur. Sindirilen besinler tümürler tarafından emilerek iki yoldan vücuda geçerler:
1. Kan Damarı Yolu:
Sindirilen besinlerden glikozlar, peptonlar, tuzlar, kılcal toplardamarları tarafından alırlar. bu damarlar birbirleriyle birleşerek kapı toplardamarı ad ile karaciğere girerler. Bu şekilde taşıdıkları bessin maddeleri karaciğere gelmiş olur. burada glikozun fazlası glikojen halinde depo edilir. karaciğerden karaciğer üstü toplardamarı çıkar. Besin maddelerini kalbe açılan alt anatoplardamarına döker.
2. Lenf Yolu:
Sindirişmiş hale getirilen yağlar, tümürlerin külis damarlarına geçerler. Burada lenfa sistemi yolu ile sol köprücük altı toplardamarına dolayısıyla yüreğe dökülürler.
Her iki yoldan yüreğe gelen besinler, burada atardamarlarla vücudun hücrelerine dağıtılır.
İnce bağıırsakların iç yüzeylerinde kadife tüyü gibi gayet ince tümür adı verilen çıkıntılar vardır. Bunların ortasında kilüs damarı denilen bi lenfa damarı ile etrafında da kılcal damarlar bulunur. Sindirilen besinler tümürler tarafından emilerek iki yoldan vücuda geçerler:
1. Kan Damarı Yolu:
Sindirilen besinlerden glikozlar, peptonlar, tuzlar, kılcal toplardamarları tarafından alırlar. bu damarlar birbirleriyle birleşerek kapı toplardamarı ad ile karaciğere girerler. Bu şekilde taşıdıkları bessin maddeleri karaciğere gelmiş olur. burada glikozun fazlası glikojen halinde depo edilir. karaciğerden karaciğer üstü toplardamarı çıkar. Besin maddelerini kalbe açılan alt anatoplardamarına döker.
2. Lenf Yolu:
Sindirişmiş hale getirilen yağlar, tümürlerin külis damarlarına geçerler. Burada lenfa sistemi yolu ile sol köprücük altı toplardamarına dolayısıyla yüreğe dökülürler.
Her iki yoldan yüreğe gelen besinler, burada atardamarlarla vücudun hücrelerine dağıtılır.
BESİNLER NASIL SİNDİRİLİR
Besin maddelerinden su, tuzlar, vitaminler hiçbir kimyasal değişikliklere uğramadan kana geçerler. Buna karşılık, proteinler, yağlar, karbonhidratlar kana geçebilmek için sindirim mayalarını etkisiyle parçalanması gerekir. Bunların sindirilmesi, sindirim organlarının başlıca üç yerinde olur.
a. Ağızda Sindirim: Ağıza alınan besinler, dişler yardımıyla kesilip ufalanır. Tükrük bezlerinin salgıladığı tükrükle ıslatılır. Tükrüğün yapısında bulunan pityalin mayası, ağızda çiğnenmekte olan besinlerin nişastalı kısımlarının etkileyerek onları dekstrin ve maltoza çevirir. Ağızda bu kimyasal işlemin iyi yapılabilmesi için yemekleri iyi çiğnemek lazımdır. İyice çiğnenen yemekler lokma halinde yütağa gönderilir. O anda gırtlak kapağı soluk borusunu kapar, lokma, yemek borusunun yer yer büzülüp açılması hareketleriyle mideye gönderilir.
b.Midede Sindirim: Mideye gelen besinler, midenin çalkalama hareketleri ile ufalanmaya ve mide bezlerinin çıkardığı mide özsuyu ile iyice karışmaya başlarlar. Mide özsuyunda, klohidrikasit, pepsin, mayası vardır.
Bunlar yemeklerin içindeki yumurta akı maddelerine etki ederek olabları daha basit yapısı peptonlara çevirir. Yemeklerde dütlü besin maddeleri varsa onada lap mayası tesir eder.
c. İnce Bağırsakta Sindirim: İnce bağırsakların başlangıcı olan onikiparmak bağırsağına geçen besinler, burada karaciğerden dökülen öd ile pankreastan gelen pankreas özsuyunun etkisine uğrarlar . Pankreas özsuyunun üç türlü mayası vardır.
1. Lipas Mayası: Öd suyunun yardımıyla ufak parçacıklar haline gelen yağları yağ asidi ile dliserine ayırır. Gliserin suda eridiği için kana geçebilir. Yağ asitlei suda erimezler. Bunlar, ancak öd ve pankreas öz suyundaki madensel tuzlarla birlesip sabunlaştırıldıktan sonra suda eriyerek bağırsaklar tarafından emilebilir hale gelmiş olur.
2.Amilas Mayası:Tükürükte olduğu gibi nişastalı besinleri desktrin ve maltoz'a çevirir.
3.Tripsin Mayası:Midede olduğu gibi proteinli besinlere tesir eder.Mideden parçalanmadan geçenleri peptonlara, peptonları da proteinlerinin en küçük molekülü olan suda eriyebilen amino asitlere çevirir. Tripsininin aktif olabilmesi için ince bağırsak özsuyu içerisinde bulunanan anterokinas mayası ile karışması gerekir.
bu mayaların etkisine uğrayan besin maddeleri onikiparmak bağısağından ince bağırsağa geçerler. Burada ince bağırsak bezlerinin salgıladıkları mayalarla sindirim faliyetleri devam eder. İnce bağırsak özsuyunda her çeşit besin üzerine tesir eden mayalar bulunur. Bunlardan bazıları:
1.Maltaz Mayası: Maltozu glikoza çevirir.
2.İnvertas: Sakkarozu glikoza çevirir.
3.Laktaz: Laptozu glikoza çevirir.
4.Lipaz: Henüz sindirime uğramamış yağları öd yardımıyla sindirir.
5.Eripsin: Henüz amino asitlerin parçalanmamış proteinlerin sindirimini tamamlar.
Bunlar başka ince bağırsakta antrokinaz'la sekretin adlı mayalar vardır. Sekretin kan yolu ile pankreasa giderek onu salgı faaliyetlerine zorlar. İnce bağırsakta emilmeyen kısımlar, kalın bağırsağa verirlirler.
Kalın bağırsaklar dışarı atılmak üzere gelen maddelerden suyun çekildiği buraya kaçan protein ve yağların bakterilerin tesiri ile ekşitilerek kokuştuğu yerdir. Kokuşma sonucu kana güçlenebilen zehirli maddeler ve gazlar meydana geldiğinden kabızlık meydana gelir. Uzun süren kabızlıklar, vücüt için zararlıdır. Vücudun zehirlemesine ve hemoroid meydana gelmesine neden olurlar.
a. Ağızda Sindirim: Ağıza alınan besinler, dişler yardımıyla kesilip ufalanır. Tükrük bezlerinin salgıladığı tükrükle ıslatılır. Tükrüğün yapısında bulunan pityalin mayası, ağızda çiğnenmekte olan besinlerin nişastalı kısımlarının etkileyerek onları dekstrin ve maltoza çevirir. Ağızda bu kimyasal işlemin iyi yapılabilmesi için yemekleri iyi çiğnemek lazımdır. İyice çiğnenen yemekler lokma halinde yütağa gönderilir. O anda gırtlak kapağı soluk borusunu kapar, lokma, yemek borusunun yer yer büzülüp açılması hareketleriyle mideye gönderilir.
b.Midede Sindirim: Mideye gelen besinler, midenin çalkalama hareketleri ile ufalanmaya ve mide bezlerinin çıkardığı mide özsuyu ile iyice karışmaya başlarlar. Mide özsuyunda, klohidrikasit, pepsin, mayası vardır.
Bunlar yemeklerin içindeki yumurta akı maddelerine etki ederek olabları daha basit yapısı peptonlara çevirir. Yemeklerde dütlü besin maddeleri varsa onada lap mayası tesir eder.
c. İnce Bağırsakta Sindirim: İnce bağırsakların başlangıcı olan onikiparmak bağırsağına geçen besinler, burada karaciğerden dökülen öd ile pankreastan gelen pankreas özsuyunun etkisine uğrarlar . Pankreas özsuyunun üç türlü mayası vardır.
1. Lipas Mayası: Öd suyunun yardımıyla ufak parçacıklar haline gelen yağları yağ asidi ile dliserine ayırır. Gliserin suda eridiği için kana geçebilir. Yağ asitlei suda erimezler. Bunlar, ancak öd ve pankreas öz suyundaki madensel tuzlarla birlesip sabunlaştırıldıktan sonra suda eriyerek bağırsaklar tarafından emilebilir hale gelmiş olur.
2.Amilas Mayası:Tükürükte olduğu gibi nişastalı besinleri desktrin ve maltoz'a çevirir.
3.Tripsin Mayası:Midede olduğu gibi proteinli besinlere tesir eder.Mideden parçalanmadan geçenleri peptonlara, peptonları da proteinlerinin en küçük molekülü olan suda eriyebilen amino asitlere çevirir. Tripsininin aktif olabilmesi için ince bağırsak özsuyu içerisinde bulunanan anterokinas mayası ile karışması gerekir.
bu mayaların etkisine uğrayan besin maddeleri onikiparmak bağısağından ince bağırsağa geçerler. Burada ince bağırsak bezlerinin salgıladıkları mayalarla sindirim faliyetleri devam eder. İnce bağırsak özsuyunda her çeşit besin üzerine tesir eden mayalar bulunur. Bunlardan bazıları:
1.Maltaz Mayası: Maltozu glikoza çevirir.
2.İnvertas: Sakkarozu glikoza çevirir.
3.Laktaz: Laptozu glikoza çevirir.
4.Lipaz: Henüz sindirime uğramamış yağları öd yardımıyla sindirir.
5.Eripsin: Henüz amino asitlerin parçalanmamış proteinlerin sindirimini tamamlar.
Bunlar başka ince bağırsakta antrokinaz'la sekretin adlı mayalar vardır. Sekretin kan yolu ile pankreasa giderek onu salgı faaliyetlerine zorlar. İnce bağırsakta emilmeyen kısımlar, kalın bağırsağa verirlirler.
Kalın bağırsaklar dışarı atılmak üzere gelen maddelerden suyun çekildiği buraya kaçan protein ve yağların bakterilerin tesiri ile ekşitilerek kokuştuğu yerdir. Kokuşma sonucu kana güçlenebilen zehirli maddeler ve gazlar meydana geldiğinden kabızlık meydana gelir. Uzun süren kabızlıklar, vücüt için zararlıdır. Vücudun zehirlemesine ve hemoroid meydana gelmesine neden olurlar.
SİNDİRİM BEZLERİNİN YAPISI
A. Tükürük Bezleri:
Üzüm salkımı biçimindedirler. Üç çifttirler. Bir çifti kulağın altındadır. Bu en büyüğüdür. Dir çifti dil altında, bir çiftide alt çene kemiğinin altında bulunur.
B. Pankreas:
Büyük bir bezdir. Karında ve midenin altında bulunur. Yapısı tükürük bezlerine benzer. Şekil uzunca bir yaprağı andırır. Ortasında boydan boya uzanan bir kanal vardır. Salgıladığı pankreas özsuyunu bu kanalla onikiparmak bağırsağında vater kabarcığına döker. Pankreas ayrıca insülin adında doğrudan doğruya kana verdiği önemli bir hormon meydana getirir. Bu bez hastalandığı zaman şeker hastlığı meydana gelir.
C. Karaciğer:
Midenin sağ ve üst tarafında diyaframın altında koyu renkli ortalama 2 kg ağırlığında büyük bir bezdir. Üst yüzeyi yuvarlak, alt yüzeyi çukurcadır. Karaciğeri dikkatlice bakılacak olursa 2 mm kadar eninde altıgen şeklinde lopçuk denilen parcalara ayrıldığı görülür. Lopçuğun etrafını lopçıuk çevresi kanalı ile atar ve toplar damarın kolları sarar. Bu kanallarda ayrıca ince damarlar ayrılarak lopçuk içinde kılcal damar ağını meydana getirirler. Kılcal damarlar, lopçuğun ortasından geçen merkez toplar damarını oluştururlar. Lopçuğun içinde karaciğer hücreleri bulunur. Bunlar ışınsal bir düzeyde sıralanmışlardır. Aralarında hücrelerin salgıladıkları özsuyunu lopçuk çevresi kanallarına taşıyan kanalcıklar teşekkül etmiştir.
Üzüm salkımı biçimindedirler. Üç çifttirler. Bir çifti kulağın altındadır. Bu en büyüğüdür. Dir çifti dil altında, bir çiftide alt çene kemiğinin altında bulunur.
B. Pankreas:
Büyük bir bezdir. Karında ve midenin altında bulunur. Yapısı tükürük bezlerine benzer. Şekil uzunca bir yaprağı andırır. Ortasında boydan boya uzanan bir kanal vardır. Salgıladığı pankreas özsuyunu bu kanalla onikiparmak bağırsağında vater kabarcığına döker. Pankreas ayrıca insülin adında doğrudan doğruya kana verdiği önemli bir hormon meydana getirir. Bu bez hastalandığı zaman şeker hastlığı meydana gelir.
C. Karaciğer:
Midenin sağ ve üst tarafında diyaframın altında koyu renkli ortalama 2 kg ağırlığında büyük bir bezdir. Üst yüzeyi yuvarlak, alt yüzeyi çukurcadır. Karaciğeri dikkatlice bakılacak olursa 2 mm kadar eninde altıgen şeklinde lopçuk denilen parcalara ayrıldığı görülür. Lopçuğun etrafını lopçıuk çevresi kanalı ile atar ve toplar damarın kolları sarar. Bu kanallarda ayrıca ince damarlar ayrılarak lopçuk içinde kılcal damar ağını meydana getirirler. Kılcal damarlar, lopçuğun ortasından geçen merkez toplar damarını oluştururlar. Lopçuğun içinde karaciğer hücreleri bulunur. Bunlar ışınsal bir düzeyde sıralanmışlardır. Aralarında hücrelerin salgıladıkları özsuyunu lopçuk çevresi kanallarına taşıyan kanalcıklar teşekkül etmiştir.
İNSANLARDA SOLUNUM SİSTEMİ
A. Solunum Sisteminin Bölümleri:
İnsanlarda solunum sistemi burun, soluk borusu ve akcigerlerden oluşur.
1.Burun ve Ağız
Ağız ve burun solunuma yardımcı organlar olup burun, alınan solunum havasının nemlendirilmesini, ısıtılmasını ve temizlenmesini sağlar. Ağız, solunum havasının dışarıya verilmesini sağlar.
2. Soluk Borusu
Yutak ve akciğerleri birbirine bağlar. İçinde yutağa doğru uzanan titrek tüğler vardır. Toz parçacıklarını ve mukus salgısını yutağa getirir. Soluk borusu, üst kısımda genişleyerek gırtlağı oluşturur. Gırtlakta konuşmamızı sağlayan ses telleri bulunur. Soluk borusu yutkunurken kapanır. Ssoluk borusunun her zaman açık kalmasını yarım ay kıkırdakları sağlar. Bronşçuklarda kıkırdak halkaları bulunmaz. Soluk borusunun alt kısımda ikiye ayrılarak bronşları oluşturur. Bronşlar da akciğer içerisinde dallanarak bronşçukları oluştururlar. Bronşçuklar, Alveoller ile sonlanır.
3. Akciğer
- Sağ ve sol olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.
- Sağ bölüm 3 parça, sol bölüm iki parçadan oluşur. Çünkü sol bölümde kalp bulunur.
- Alveol, kılcal damarlar ile gaz alışverişinin yapıldığı yerdir. Kısaca gaz alışverişi alveoller ile kılcal damarlar arasında difüzyon ile olur.
- Soluk alındığında alveollerden oksijen kana geçerek alyuvarlar tarafından tutulur.
- Alyuvarlar, hemoglobin bulundurduğu için oksijen taşıma kapasiteleri yüksektir.
- Dokulara gelen alyuvarlar, oksijeni buraya bırakarak karbondioksit, dokulardan alınarak akciğerler taşınır.
B. Soluk Alma
Akciğerlerin hava ile dolmasıdır. Soluk alırken:
* Kaburgalar arasındaki kaslar kasılır.
* Diyafram kası kasılır ( düzleşir) .
C. Soluk Verme
Akciğer havasının dışarı verilmesidir. Soluk verirken:
* Kaburgalar arası kaslar gevşer.
* Diyafram kası gevşer (kubbeleşir).
* Göğüs boşluğu daralır.
* Akciğerler daralır.
* Alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır.
İnsanlarda solunum sistemi burun, soluk borusu ve akcigerlerden oluşur.
1.Burun ve Ağız
Ağız ve burun solunuma yardımcı organlar olup burun, alınan solunum havasının nemlendirilmesini, ısıtılmasını ve temizlenmesini sağlar. Ağız, solunum havasının dışarıya verilmesini sağlar.
2. Soluk Borusu
Yutak ve akciğerleri birbirine bağlar. İçinde yutağa doğru uzanan titrek tüğler vardır. Toz parçacıklarını ve mukus salgısını yutağa getirir. Soluk borusu, üst kısımda genişleyerek gırtlağı oluşturur. Gırtlakta konuşmamızı sağlayan ses telleri bulunur. Soluk borusu yutkunurken kapanır. Ssoluk borusunun her zaman açık kalmasını yarım ay kıkırdakları sağlar. Bronşçuklarda kıkırdak halkaları bulunmaz. Soluk borusunun alt kısımda ikiye ayrılarak bronşları oluşturur. Bronşlar da akciğer içerisinde dallanarak bronşçukları oluştururlar. Bronşçuklar, Alveoller ile sonlanır.
3. Akciğer
- Sağ ve sol olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.
- Sağ bölüm 3 parça, sol bölüm iki parçadan oluşur. Çünkü sol bölümde kalp bulunur.
- Alveol, kılcal damarlar ile gaz alışverişinin yapıldığı yerdir. Kısaca gaz alışverişi alveoller ile kılcal damarlar arasında difüzyon ile olur.
- Soluk alındığında alveollerden oksijen kana geçerek alyuvarlar tarafından tutulur.
- Alyuvarlar, hemoglobin bulundurduğu için oksijen taşıma kapasiteleri yüksektir.
- Dokulara gelen alyuvarlar, oksijeni buraya bırakarak karbondioksit, dokulardan alınarak akciğerler taşınır.
B. Soluk Alma
Akciğerlerin hava ile dolmasıdır. Soluk alırken:
* Kaburgalar arasındaki kaslar kasılır.
* Diyafram kası kasılır ( düzleşir) .
C. Soluk Verme
Akciğer havasının dışarı verilmesidir. Soluk verirken:
* Kaburgalar arası kaslar gevşer.
* Diyafram kası gevşer (kubbeleşir).
* Göğüs boşluğu daralır.
* Akciğerler daralır.
* Alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır.
ÇOMÜDE SINIF ÖĞRETMENLİĞİ
Üniversitemizin en köklü ana bilim dallarından dallarından olan Sınıf Öğretmenliği,1992 yılından beri Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi bünyesinde eğitim öğretim hizmetlerini sürdürmektedir.
Öğrencilerimiz lisans eğitimleri boyunca genel kültür, alan bilgisi ile öğretmenlik uygulaması derslerinin yanı sıra okul deneyimi ve öğretmenlik uygulaması derslerini almaktadır.Mezunlar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda ve dershanelerde öğretmenlik yapabilmektedir.
Avrupa Birliği Sokrates Eğitim Programı Erasmus kapsamında ana bilim dalımız öğrencileri ve öğretim elemanları fakültemizin anlaşmalı olduğu okullara gidebilmektedir. Anabilim dalımız öğrencileri ve öğretim elemanları fakültemizin anlaşmalı olduğu okullara gidebilmektedir.Anabilim dalımızda öğretim elemanlarımızca bir çok Avrupa Birliği projesi ile Tubitak ve Bap destekli proje yürütülmektedir.
Öğrencilerimiz lisans eğitimleri boyunca genel kültür, alan bilgisi ile öğretmenlik uygulaması derslerinin yanı sıra okul deneyimi ve öğretmenlik uygulaması derslerini almaktadır.Mezunlar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda ve dershanelerde öğretmenlik yapabilmektedir.
Avrupa Birliği Sokrates Eğitim Programı Erasmus kapsamında ana bilim dalımız öğrencileri ve öğretim elemanları fakültemizin anlaşmalı olduğu okullara gidebilmektedir. Anabilim dalımız öğrencileri ve öğretim elemanları fakültemizin anlaşmalı olduğu okullara gidebilmektedir.Anabilim dalımızda öğretim elemanlarımızca bir çok Avrupa Birliği projesi ile Tubitak ve Bap destekli proje yürütülmektedir.
Söyleşi-Röportaj-Anı-Eleştiri
Söyleşi:Herhangi bir düşünceyiherhangi bir konuda kesin yargılara varmadan düşünceyi, konuyu;yazarın karşısında biri varmış gibi günlük, sıradan ve rahat bir dille ispat kaygısı gütmeden ve kendi düşünceleri çerçevesinde anlattığı düşünce yazılarıdır.
söyleşi ve röportaj arasındaki en belirgin fark söyleşinin tek kişilik olmasına karşılık röportajcının röportajcı ve röportaj yapılan kişi olmak üzere karşılıklı bir tür olmasıdır.
konusu daha çok genel ya da günlük sanat olayları dır. Söyleşinin en belirgin özelliği üslubudur. En önemli temsilcilerinden biri Ahmet Rasimdir.
Söyleşinin özellikleri;
* Bilgi veren düşünce yazılarındandır.
*kanıt, ele alınan konuyu derinlemesine inceleme gibi incekeme özelliklerine sahip değildir.
*Dil samimi, konuyu ele alış biçimi özneldir.
*Söyleşi yazarı düşüncesini açıkça ortayakoymaktansa sezdirmeye çalışırken, köşe yazısında yazar, düşüncesini açıkça ortaya koyayarak okuru bu yolla etkilemeye çalışır.
Röportaj:Bilim, sanat,edebiyat, spor, politika gibi alanlarda ünlü, güncel ya da uzman kişi veya konular üzerinede yapılan karşılıklı soru ve cevaplarla okuru bilgilendirme amacı güden daha çok dergi ve gazetelerde görülen türdür.
Röportaj türünün gerçek anlamda ilk örneğini Ruşen Eşref Ünaydın vermiştir.
Röportajın özellikleri
*Yapılış itibariyle sözlü anlatım türü özellikleri göstermekle birlikte sonradan yazıya geçirilmesi açısından yazılı anlatım özelliği de gösterir.
*Röportajın kendisi ve verileri gerektiğinde belge olarak kullanılabilir.
Anı:Belli bir zamanda ve ortamda yaşanmış tek bir olayın anımsanmasına dayanır.
*Öznel ve öyküsel anlatım benimsendiğinden kesin bilgi değeri taşıyamayabilir.
*Anıya konu olan kişi gerçek olduğundan saptırma ya da değiştirme yapılamaz.
*Bilimsel verilere dayanmadığından eliştiri ve makalelerden ayrılır.
Eleştiri:*Eleştiri bir eserin yalnızca olumsuz yönlerini sıralamak değildir.Eleştiride bir eserin olumlu ve olumsuz yönleri bir arada bulunur.
*Öznel bir tür olmakla birlikte mümkün olduğunca nesnel olunmalıdır.
*Eserle ilgili yargı ve tutum eleştirinin tümünde tutarlı olmalıdır.
*Genel ifadeler yerine Örnekler üzerinde ileri sürülen özellikler desteklenmelidir.
*Makale, köşe yazısı ve eleştiri; yazılı tür olma , düşünce yazısı olma, bir plana göre yazılma açısından benzerlik gösterir.
*Makale ile bilimsel inceleme ve araştırmaya dayalı olma açısından benzerlik gösterir.
*Makalede de olduğu gibi dil, sanat kaygısı gütmez, kanıtlama esasına dayalı bir yöntem kullanılır.Bilimsel nitelik taşır.
Eleştiri yazısı edebi anlamda Tanzimat döneminde ortaya çıkmıştır.
söyleşi ve röportaj arasındaki en belirgin fark söyleşinin tek kişilik olmasına karşılık röportajcının röportajcı ve röportaj yapılan kişi olmak üzere karşılıklı bir tür olmasıdır.
konusu daha çok genel ya da günlük sanat olayları dır. Söyleşinin en belirgin özelliği üslubudur. En önemli temsilcilerinden biri Ahmet Rasimdir.
Söyleşinin özellikleri;
* Bilgi veren düşünce yazılarındandır.
*kanıt, ele alınan konuyu derinlemesine inceleme gibi incekeme özelliklerine sahip değildir.
*Dil samimi, konuyu ele alış biçimi özneldir.
*Söyleşi yazarı düşüncesini açıkça ortayakoymaktansa sezdirmeye çalışırken, köşe yazısında yazar, düşüncesini açıkça ortaya koyayarak okuru bu yolla etkilemeye çalışır.
Röportaj:Bilim, sanat,edebiyat, spor, politika gibi alanlarda ünlü, güncel ya da uzman kişi veya konular üzerinede yapılan karşılıklı soru ve cevaplarla okuru bilgilendirme amacı güden daha çok dergi ve gazetelerde görülen türdür.
Röportaj türünün gerçek anlamda ilk örneğini Ruşen Eşref Ünaydın vermiştir.
Röportajın özellikleri
*Yapılış itibariyle sözlü anlatım türü özellikleri göstermekle birlikte sonradan yazıya geçirilmesi açısından yazılı anlatım özelliği de gösterir.
*Röportajın kendisi ve verileri gerektiğinde belge olarak kullanılabilir.
Anı:Belli bir zamanda ve ortamda yaşanmış tek bir olayın anımsanmasına dayanır.
*Öznel ve öyküsel anlatım benimsendiğinden kesin bilgi değeri taşıyamayabilir.
*Anıya konu olan kişi gerçek olduğundan saptırma ya da değiştirme yapılamaz.
*Bilimsel verilere dayanmadığından eliştiri ve makalelerden ayrılır.
Eleştiri:*Eleştiri bir eserin yalnızca olumsuz yönlerini sıralamak değildir.Eleştiride bir eserin olumlu ve olumsuz yönleri bir arada bulunur.
*Öznel bir tür olmakla birlikte mümkün olduğunca nesnel olunmalıdır.
*Eserle ilgili yargı ve tutum eleştirinin tümünde tutarlı olmalıdır.
*Genel ifadeler yerine Örnekler üzerinde ileri sürülen özellikler desteklenmelidir.
*Makale, köşe yazısı ve eleştiri; yazılı tür olma , düşünce yazısı olma, bir plana göre yazılma açısından benzerlik gösterir.
*Makale ile bilimsel inceleme ve araştırmaya dayalı olma açısından benzerlik gösterir.
*Makalede de olduğu gibi dil, sanat kaygısı gütmez, kanıtlama esasına dayalı bir yöntem kullanılır.Bilimsel nitelik taşır.
Eleştiri yazısı edebi anlamda Tanzimat döneminde ortaya çıkmıştır.
Gezi Yazısı-Makale-Deneme
Gezi Yazısı:Gezi yazısı yazarken;
-Gezilen yerlerin , hiç bir yere benzemeyen özelliğini dile getirmek
-gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini(ırk, dil, din, hayat tarzı, folklorik özellik vb)belirtmek
-Gezilen yerlerin tarihi, minari, ve uygarlık özelliklerini belirtmekgerekir.
-Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmerini belirtmek gerekir.
-Temelde gözleme dayanır.Bununla birlikte yazlı ve sözlü kaynaklardan ya da diğer yazılı anlatım türlerinden de yararlanılabilir.
-İçten ve rahat bir üslubu, canlı ve betimlemelere dayalı bir anlatımı vardır.
-İlk gezi yazısı ali Re is ''Miratül-Memalik''(Tanzimattan sonra gelişmiştir.)
-En önemli gezi yazısı 6. yy'da Evliya Çelebi Seyahatname' dir.
Makale:Makalede belli bir konuda ;bir görüşü bir düşünceyi savunmakve kanıtlamak için yazılan düşünce yazılarıdır.
-Konu ne olursa olsun yazar bilgi vermeyi amaçlar.Temel öğe düşünce yazısı olduğundan her makalede açıklanacak veya savunulacak bir düşünce olmalıdır.
-Anlaşılır yalın bir dil ve cddi bir anlatım olmalıdır.
-Makalede kullanılacak kanıtlar bilimsel gerçeklere ve mantığa uygun olmalı, araştırma ve gözlemlere dayanmalıdır.
-Ele alınan konu veya düşünce tarafsız bir şekilde geliştirilmelidir.
-İçeriği özgün olmalıdır.
-İlk makale-Şinasi-Mukaddime
Deneme:Bir yazarın herhangi bir konuda kesin yargılara varmadandüşüncelerini ortaya koymak ,içini dökmek ve duygukarını paylaşmak amacıyla samimi bir uslupla yazdığı azılardır.Deneme 16. yy'da Michel de Montaigne tarafından ortaya atılmıştır.Denemeyi geliştiren Sir Francis Bakon'dur.
Nurullah Ataç, suut Kemal Yetkin denemenin türk temsilcileridir.
Denemenin özellikleri
-Toplumsal konulardan çok kişisel konulara evrensel bakış söz konusudur.
-Yazarı kendi kendisiyle konuşur gibi bir üslubu vardır.
-Kanıt kaygısı taşımaz, bilimsel niteliği yoktur.
-Konu sınırlaması yoktır.
-Bir plan dahilinde yazılır.
-Samimi ve paylaşımcı üslübuyla söyleşiye benzer.
-Düşüncenin ortaya konması açısından köşe yazısına benzer.
-Bilimsel nitelik taşıması ve kanıt esasına dayanması yönünden makaleden ayrılır.
-Gezilen yerlerin , hiç bir yere benzemeyen özelliğini dile getirmek
-gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini(ırk, dil, din, hayat tarzı, folklorik özellik vb)belirtmek
-Gezilen yerlerin tarihi, minari, ve uygarlık özelliklerini belirtmekgerekir.
-Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmerini belirtmek gerekir.
-Temelde gözleme dayanır.Bununla birlikte yazlı ve sözlü kaynaklardan ya da diğer yazılı anlatım türlerinden de yararlanılabilir.
-İçten ve rahat bir üslubu, canlı ve betimlemelere dayalı bir anlatımı vardır.
-İlk gezi yazısı ali Re is ''Miratül-Memalik''(Tanzimattan sonra gelişmiştir.)
-En önemli gezi yazısı 6. yy'da Evliya Çelebi Seyahatname' dir.
Makale:Makalede belli bir konuda ;bir görüşü bir düşünceyi savunmakve kanıtlamak için yazılan düşünce yazılarıdır.
-Konu ne olursa olsun yazar bilgi vermeyi amaçlar.Temel öğe düşünce yazısı olduğundan her makalede açıklanacak veya savunulacak bir düşünce olmalıdır.
-Anlaşılır yalın bir dil ve cddi bir anlatım olmalıdır.
-Makalede kullanılacak kanıtlar bilimsel gerçeklere ve mantığa uygun olmalı, araştırma ve gözlemlere dayanmalıdır.
-Ele alınan konu veya düşünce tarafsız bir şekilde geliştirilmelidir.
-İçeriği özgün olmalıdır.
-İlk makale-Şinasi-Mukaddime
Deneme:Bir yazarın herhangi bir konuda kesin yargılara varmadandüşüncelerini ortaya koymak ,içini dökmek ve duygukarını paylaşmak amacıyla samimi bir uslupla yazdığı azılardır.Deneme 16. yy'da Michel de Montaigne tarafından ortaya atılmıştır.Denemeyi geliştiren Sir Francis Bakon'dur.
Nurullah Ataç, suut Kemal Yetkin denemenin türk temsilcileridir.
Denemenin özellikleri
-Toplumsal konulardan çok kişisel konulara evrensel bakış söz konusudur.
-Yazarı kendi kendisiyle konuşur gibi bir üslubu vardır.
-Kanıt kaygısı taşımaz, bilimsel niteliği yoktur.
-Konu sınırlaması yoktır.
-Bir plan dahilinde yazılır.
-Samimi ve paylaşımcı üslübuyla söyleşiye benzer.
-Düşüncenin ortaya konması açısından köşe yazısına benzer.
-Bilimsel nitelik taşıması ve kanıt esasına dayanması yönünden makaleden ayrılır.
3 Ocak 2010 Pazar
TÜRK DİLİ-YAZILI ANLATIM TÜRLERİ
Dilekçe:Bir bireyin herhangi bir konu hakkında dilek ya da şikayetini resmi, özel ya da tüzel kişi veya kurumlara iletmek amacıyla yazdığı resmi mektuplara dilekçe denir.
3.Dilekçe bireysel bir hak olduğundan başkasının yerine ya da toplu olrak dilekçe verilemez.
Özgeçmiş:Bir kişinin hayatını çeşitli yönlerden özetleyerek anlattığı yazılara denir.
Kişisel özgeçmiş:Bu yazıların en önemli özelliği tanıtım amacı taşımalarıdır.Bu nedenle;doğum tarihi, doğum yeri, bitirilen okullar, iş deneyimleri ve kişisel ilgi alanları kpmposizyon çerçevesinde sunulur.
Mesleki özgeçmiş:Bir kişinin eğitim durumunu ve meslek deneyimlerinibir şablon çerçevesinde sıraladığı yazılardır.
Bir özgeçmişte yer alması gereken temel bilgiler;
*kişisel bilgiler
*kariyer hedefi
*profesyonel deneyim(iş deneyimi)
*eğitim
*işle ilgili beceriler
Mektup:
İlk mektup Mısır da bulunmuş.M.Ö250
1660 yılında fransada posta idaresi ilk resmi posta kurumu olrak kurulmuştur.
Özel Mektuplar:Sadece yazan ve kendisine yazılanı ilgilendiren paylaşımı ön plana çıkaran ve daha samimi ve içten bir üslup taşıdığından özel mektup denir.Üslup açısından denemeye yakındır.
Resmi Mektuplar:İş yaşamındaki olay ve durumları içerdiğinden ciddi vir üslup taşır.Üslup açısından dilekçeye yakındır.
1.Yasal bir süresi vardır.Kabul edilen her dilekçe, kabul edilen kurum tarafından olumlu ya da olumsuz 15 ila 60 gün içerisinde yanıtlanmalı ya da işleme konulmalıdır.
2.İmza atılmamış dilekçenin geçerliliği yoktur.3.Dilekçe bireysel bir hak olduğundan başkasının yerine ya da toplu olrak dilekçe verilemez.
Özgeçmiş:Bir kişinin hayatını çeşitli yönlerden özetleyerek anlattığı yazılara denir.
Kişisel özgeçmiş:Bu yazıların en önemli özelliği tanıtım amacı taşımalarıdır.Bu nedenle;doğum tarihi, doğum yeri, bitirilen okullar, iş deneyimleri ve kişisel ilgi alanları kpmposizyon çerçevesinde sunulur.
Mesleki özgeçmiş:Bir kişinin eğitim durumunu ve meslek deneyimlerinibir şablon çerçevesinde sıraladığı yazılardır.
Bir özgeçmişte yer alması gereken temel bilgiler;
*kişisel bilgiler
*kariyer hedefi
*profesyonel deneyim(iş deneyimi)
*eğitim
*işle ilgili beceriler
Mektup:
İlk mektup Mısır da bulunmuş.M.Ö250
1660 yılında fransada posta idaresi ilk resmi posta kurumu olrak kurulmuştur.
Özel Mektuplar:Sadece yazan ve kendisine yazılanı ilgilendiren paylaşımı ön plana çıkaran ve daha samimi ve içten bir üslup taşıdığından özel mektup denir.Üslup açısından denemeye yakındır.
Resmi Mektuplar:İş yaşamındaki olay ve durumları içerdiğinden ciddi vir üslup taşır.Üslup açısından dilekçeye yakındır.
FELSEFE- BİLİM FELSEFESİ
Evrende olup biten, deney ve gözlem konusu olabilen olay ve olguların nedenlerini, süreçlerini ve sonuçalrını inceleyen çalışma bütününe bilim denir. Bilimin amacı, insanlığın evreni anlamasını sağlamaktır. Bu ise insana sonradan olabilecek doğa olaylarını önceden bilme imkanı sağlar. Biz bu duruma bilimsel öndeyi diyoruz. Bilimsel yöntem ise var olanı anlamak ve tanımlamak için izlenen yoldur. Bununda iki aşaması vardır.
1. Olgusal-Betimleme Aşaması:
Her bilimsel çalışma b ir konunun veya problemin merak edilmesiyle başlar. Öncelikli olarak konuyla ilgili derinliğine bir bilgiye sahip olabilmek için mutlaka bir alan sınırlaması yapmak gerekir. Ondan sonra bir ön bilgi sağlamak için deney ve gözlemler yapılır.
2.Kuramsal-Açıklama Aşaması:
Elde edilen bu ön bilgilerin ışığında problem edilen konu hakkında bir iddiada bulunur. İşte buna hipotez denir. Hipotez, doğruluğu henüz test edilmemiş geçiçi bir açıklamadır. bir sonraki aşamada ise hipotezin ilgili olan olay ve olgular üzerinde dolanmasıdır. Doğrulama, ileri sürülen varsayımın doğru olup olmadığını görme ve gösterme işlemidir. Yanlız bütün bilimler için tek bir doğrulama yöntemi yoktur. Örneğin; Jeoloji veya Arkeoloji bilimleri ancak dolaylı gözlemlerle geçmiş hakkında bilimsel bilgiler sunabilr. Eğer bir hipotez, ilgili olan olay ve olgular tarafından doğrulanırsa ozaman kuram düzeyine yükselir. Eğer bir kuramda farklı yöntem ve yeni bilgilere daha da güçlenir, aynı türden olan diğer olaylar için de geçerli olursa ve olaylar arasındaki ilişkiler matematiksel bir bağıntıyla ifade edilirse o zaman da bilimsel yasa aşamasına ulaşılmış olur. Ancak her hipotez kuram aşamasına gelmediği gibi her kuram da kanun aşamasına gelmemiş olabilir.
1. Olgusal-Betimleme Aşaması:
Her bilimsel çalışma b ir konunun veya problemin merak edilmesiyle başlar. Öncelikli olarak konuyla ilgili derinliğine bir bilgiye sahip olabilmek için mutlaka bir alan sınırlaması yapmak gerekir. Ondan sonra bir ön bilgi sağlamak için deney ve gözlemler yapılır.
2.Kuramsal-Açıklama Aşaması:
Elde edilen bu ön bilgilerin ışığında problem edilen konu hakkında bir iddiada bulunur. İşte buna hipotez denir. Hipotez, doğruluğu henüz test edilmemiş geçiçi bir açıklamadır. bir sonraki aşamada ise hipotezin ilgili olan olay ve olgular üzerinde dolanmasıdır. Doğrulama, ileri sürülen varsayımın doğru olup olmadığını görme ve gösterme işlemidir. Yanlız bütün bilimler için tek bir doğrulama yöntemi yoktur. Örneğin; Jeoloji veya Arkeoloji bilimleri ancak dolaylı gözlemlerle geçmiş hakkında bilimsel bilgiler sunabilr. Eğer bir hipotez, ilgili olan olay ve olgular tarafından doğrulanırsa ozaman kuram düzeyine yükselir. Eğer bir kuramda farklı yöntem ve yeni bilgilere daha da güçlenir, aynı türden olan diğer olaylar için de geçerli olursa ve olaylar arasındaki ilişkiler matematiksel bir bağıntıyla ifade edilirse o zaman da bilimsel yasa aşamasına ulaşılmış olur. Ancak her hipotez kuram aşamasına gelmediği gibi her kuram da kanun aşamasına gelmemiş olabilir.
İLK ÇAĞ UYGARLIKLARI
Mezopotamya Uygarlığı
İlk çağların en eski ve en önemli uygarlık merkezlerinden biri Mezopotamya'dır. Tarih boyunca değşik kavimler buraya gelip yerleşmişlerdir. Bu durum Mezopotamya' da çeşitli uygarlıkların kurulmasına neden olmuştur. Bölgeye dışardan gelip yerşelen en eski kavim Sümerlerdir. Asya kökenli bir kavim olan Sümerler m.ö. 3500 de Aşağı Mezopotamya' ya gelmişler birbirinden bağımsız şehir devletleri kurmuşlardır. Mezopotamya'ya yerleşen kavimlerden biride Akadlar'dır Sümerlerin kuzeyinde, Fırat Nehri boylarına yerleştiler bir ara Mezopotamya'ya hakim oldular. Sümerlerin Uruk şehrinin ayaklanmasıyla yıkıldılar.
M.Ö. 2000'li yıllarda Mezopotamya, Arabistan gelen Amurruların istilasına uğradı. Amurrular Babil şehri merkez olmak üzere güçlü bir devlet kurdular. Birinici Babil krallığının en ünlü hükümdarı Hammurabi' dir. O eski Sümer uygarlığına ait eserleri Babil' e taşıtarak bu şehri, Mezopotamyanın sanat ve kültür merkezi haline getirdi.
Babil krallığını, Anadoludan gelen Hititler yıktılar. Hititlerin çekilmesinden sonra, önce Kasitler sonra Asurlular Babil ülkesine egemen oldular Nabukadnezar zamanında devlet eski parlak günlerine döndü. Onun ölümünden sonra zayıflayan devlet, Persler tarafından yıkıldı.
Mezopotamya'da ilk çağda yaşamış olan kavimlerden biride Asurlular' dır. M.Ö.2000'lilerde Arabistandan gelerek, Kuzey Mezopotamya'daki Asur şehrine yerleştiler. Güçlü bir krallık ve Anadoluda ticaret kolonileri kurdular. Asurlulara Medler son verdiler.
İlk çağların en eski ve en önemli uygarlık merkezlerinden biri Mezopotamya'dır. Tarih boyunca değşik kavimler buraya gelip yerleşmişlerdir. Bu durum Mezopotamya' da çeşitli uygarlıkların kurulmasına neden olmuştur. Bölgeye dışardan gelip yerşelen en eski kavim Sümerlerdir. Asya kökenli bir kavim olan Sümerler m.ö. 3500 de Aşağı Mezopotamya' ya gelmişler birbirinden bağımsız şehir devletleri kurmuşlardır. Mezopotamya'ya yerleşen kavimlerden biride Akadlar'dır Sümerlerin kuzeyinde, Fırat Nehri boylarına yerleştiler bir ara Mezopotamya'ya hakim oldular. Sümerlerin Uruk şehrinin ayaklanmasıyla yıkıldılar.
M.Ö. 2000'li yıllarda Mezopotamya, Arabistan gelen Amurruların istilasına uğradı. Amurrular Babil şehri merkez olmak üzere güçlü bir devlet kurdular. Birinici Babil krallığının en ünlü hükümdarı Hammurabi' dir. O eski Sümer uygarlığına ait eserleri Babil' e taşıtarak bu şehri, Mezopotamyanın sanat ve kültür merkezi haline getirdi.
Babil krallığını, Anadoludan gelen Hititler yıktılar. Hititlerin çekilmesinden sonra, önce Kasitler sonra Asurlular Babil ülkesine egemen oldular Nabukadnezar zamanında devlet eski parlak günlerine döndü. Onun ölümünden sonra zayıflayan devlet, Persler tarafından yıkıldı.
Mezopotamya'da ilk çağda yaşamış olan kavimlerden biride Asurlular' dır. M.Ö.2000'lilerde Arabistandan gelerek, Kuzey Mezopotamya'daki Asur şehrine yerleştiler. Güçlü bir krallık ve Anadoluda ticaret kolonileri kurdular. Asurlulara Medler son verdiler.
GELİŞİM İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
Gelişim büyüme, olgunlaşma, hazır-bulunuşluk kavramlarını da kapsayan bir kavramdır.Gelişimin temelinde büyüme ve olgunlaşma süreçleri vardır.Büyüme ve olgunlaşmagerçekleşmeden gelişimden söz edilemez. Bir bilginin, bedensel ve zihinsel becerinin gerektirdiği gelişim düzeyine bu iki süreç gerçekleştikten sonra ulaşılabilir.
Büyüme, olgunlaşma ve gelişim süreçlerinin iç içe olması, bir arada bulunması bu kavramların birbirilerine karıştırılmasına ve birbirinin yerine kullanılmasına neden olmaktadır. O nedenle bu kavramların tanımlarının yapılması, ayırt edici niteliklerinin belirginleştirilmesi, sınırlarının çizilmesi gerekmektedir.
Büyüme:Olgunlaşabilmek ve gelişebilmek için önce büyümek gerekir. Büyüme organizmanın boyunun uzaması, ağırlığının artması anlamına gelir. Büyüme gelişimin bedensel yönü ile ilgili bir kavramdır.Bedendeki nicel artışı ifade eder.
Olgunlaşma:Olgunlaşma organixmanın bir iş yapabilecek;bir bilgiyi bir beceriyi öğrenebilecek düzeye ulaşması biçiminde tanımlanabilir. Olgunlaşmak için ergenlik dönemini beklemeye gerek yoktur; çünkü gelişimin her devresinde olgunlaşmadan söz edilebilir.
Hazır Bulunuşluk:Öğrenebilmek için olgunlaşmak tek başına yeterli değildir.Öğrenme belli bir hazır bulunuşluk düzeyini de gerektirir.Hazır bulunuşluk olgunlaşmadan daha kapsamlı bir kavramdır. Hem olgunlaşmayı gerektirir hemde belli bir bilgiyi öğrenebilmek için o bilginin gerektirdiği ön bilgileri edinmiş olmayı gerektirir. Örencinin hazır bulunuşluk düzeyi dikkate alınmadan belirlenen amaçları gerçekleştirmek mümkün değildir. Hazır bulunuşluk, olgunlaşmanın yanında öğrencinin ilgilerini, yeteneklerini, ihitiyaçlarını, güdülerini, dil gelişimini, ön koşul öğrenmelerinide kapsar
Gelişim:Bireyin büyüme, olgunlaşma, öğrenme sonucunda bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal ve cinsel yollardan geçirdiği nicel ve nitel değişmelere gelişme denir. gelişimin nicel boyutunu büyüme ve olgunlaşma, nitel boyutunu hazır bulunuşluk ve öğrenme olusturur. Gelişme ve büyümenin içi içe olması bu iki kavramın birbirine karıştırılmasına neden olmaktadır bu kavram arasındaki farkları iki maddede toplamak mümkündür.
1. Büyüme dar kapsamlıdır, sadece organızmadaki nicel değişmeleri ifade eder. Gelişim ise daha kapsamlıdır. Hem nicel hemde nitel değişmeleri ifade eder.
2. büyüme belli bir yaşta durur. Buna karşılık gelişme ise ölünceye kadar devam eder.
Büyüme, olgunlaşma ve gelişim süreçlerinin iç içe olması, bir arada bulunması bu kavramların birbirilerine karıştırılmasına ve birbirinin yerine kullanılmasına neden olmaktadır. O nedenle bu kavramların tanımlarının yapılması, ayırt edici niteliklerinin belirginleştirilmesi, sınırlarının çizilmesi gerekmektedir.
Büyüme:Olgunlaşabilmek ve gelişebilmek için önce büyümek gerekir. Büyüme organizmanın boyunun uzaması, ağırlığının artması anlamına gelir. Büyüme gelişimin bedensel yönü ile ilgili bir kavramdır.Bedendeki nicel artışı ifade eder.
Olgunlaşma:Olgunlaşma organixmanın bir iş yapabilecek;bir bilgiyi bir beceriyi öğrenebilecek düzeye ulaşması biçiminde tanımlanabilir. Olgunlaşmak için ergenlik dönemini beklemeye gerek yoktur; çünkü gelişimin her devresinde olgunlaşmadan söz edilebilir.
Hazır Bulunuşluk:Öğrenebilmek için olgunlaşmak tek başına yeterli değildir.Öğrenme belli bir hazır bulunuşluk düzeyini de gerektirir.Hazır bulunuşluk olgunlaşmadan daha kapsamlı bir kavramdır. Hem olgunlaşmayı gerektirir hemde belli bir bilgiyi öğrenebilmek için o bilginin gerektirdiği ön bilgileri edinmiş olmayı gerektirir. Örencinin hazır bulunuşluk düzeyi dikkate alınmadan belirlenen amaçları gerçekleştirmek mümkün değildir. Hazır bulunuşluk, olgunlaşmanın yanında öğrencinin ilgilerini, yeteneklerini, ihitiyaçlarını, güdülerini, dil gelişimini, ön koşul öğrenmelerinide kapsar
Gelişim:Bireyin büyüme, olgunlaşma, öğrenme sonucunda bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal ve cinsel yollardan geçirdiği nicel ve nitel değişmelere gelişme denir. gelişimin nicel boyutunu büyüme ve olgunlaşma, nitel boyutunu hazır bulunuşluk ve öğrenme olusturur. Gelişme ve büyümenin içi içe olması bu iki kavramın birbirine karıştırılmasına neden olmaktadır bu kavram arasındaki farkları iki maddede toplamak mümkündür.
1. Büyüme dar kapsamlıdır, sadece organızmadaki nicel değişmeleri ifade eder. Gelişim ise daha kapsamlıdır. Hem nicel hemde nitel değişmeleri ifade eder.
2. büyüme belli bir yaşta durur. Buna karşılık gelişme ise ölünceye kadar devam eder.
2 Ocak 2010 Cumartesi
GELİŞİM
Doğum öncesi dönemde, ilk hücrenin oluşumuyla birlikte insan kendisini gelişim sürecinin içinde bulur ve ölünceye kadar bu sürecin içinde kalır. Doğmadan önce uzun bir gelişim sürecinde geçmesine rağmen doğduğu anda en az gelişmiş canlı türü olan insandır.Doğduktan sonra uzun yıllar başkalarına bağımlı kalır ve türüne özgü davranışları ve becerileri edinebilmesi için uzun bir gelişim sürecine ihtiyacı vardır.Bir canlı türünün, beyin ve sinir sistemi ne kadar gelişmişse o canlı türünün olgunluğa ulaşması için gereken süre de o kadar uzun olmaktadır.
Gelişim çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir. Değişik aşamalardan geçerek gerçekleşir. Gelişimin kişilik ve davranışlar üzerindeki etkisi ömür boyu sürer.Bireyin gelişim sürecinde görülen olumsuzluklar kişiliğini ve davranışlarını açıklayabilmek için onun nasıl bir gelişim sürecinden geçtiğini bilmek gerekir.
Öğrencinin gelişim düzeyini bilmeden eğitimin amaçlarını, içeriğini, öğretim, yötem ve tekniklerini belirlemek imkansızdır.Öğrenciye kazandırılması düşünülen bilgi ve beceriler onların bedensel ve zihinsel gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Bu uygunluk sağlanamaz ve
Eğitim Psikolojisinin Tanımı-Amacı ve Konusu
Eğitim psikolojisi, eğitim ile psikoloji arasındaki ilişkiden doğmuştur. Psikoloji verilerinin eğitime uygulanmasını sağlayarak, eğitimin psiklojik temellerini saptamaya çalışan bir bilimdir. Kısaca söylenmek gerekirse psikolojinin eğitime uygulanmasıdır.
Eğitim psikolojisi eğitim ile psikolji arasındaki ilişkiler üzerinde durur. Bu konuda araştırmalar yapar ve elde ettiği bulgularla eğitime yardımcı olmaya çalışır.Özellikle öğrenmeyi etkili ve verimli hale getirmeyi amaç edinmiştir.
Eğitim psikolojisinin üzerinde durduğu iki temel konu vardır:Gelişim ve öğrenmedir.
1.Gelişim:Bu başlık altında gelişim ile ilgili temel kavramlar, gelişimin dayandığı temel ilkeler, gelişim üzerinde etkili olan faktörler, gelişim dönemleri; bireyin bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, cinsel gelişimi gibi konular üzerinde durur.
2.Öğrenme:Bu başlık altında, öğrenmeyle ilgili kuramlar, öğrenmeyi etkileyen faktörler, öğrenmeye uygun ortamda bulunması, gereken nitelikler gibi konular üzerinde durur.
yapılan araştırmalar sonucunda, gelişim ve öğrenme konularında elde edilen bilgi birikimi artmış ve bu durum zamanla eğitim psikolojisinin alt dalları olarak nitelendirebileceğimiz iki bilim ortaya neden olmuştur. Gelişim psikolojisi ve öğrenme psikolojisi.
Eğitim psikolojisi eğitim ile psikolji arasındaki ilişkiler üzerinde durur. Bu konuda araştırmalar yapar ve elde ettiği bulgularla eğitime yardımcı olmaya çalışır.Özellikle öğrenmeyi etkili ve verimli hale getirmeyi amaç edinmiştir.
Eğitim psikolojisinin üzerinde durduğu iki temel konu vardır:Gelişim ve öğrenmedir.
1.Gelişim:Bu başlık altında gelişim ile ilgili temel kavramlar, gelişimin dayandığı temel ilkeler, gelişim üzerinde etkili olan faktörler, gelişim dönemleri; bireyin bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, cinsel gelişimi gibi konular üzerinde durur.
2.Öğrenme:Bu başlık altında, öğrenmeyle ilgili kuramlar, öğrenmeyi etkileyen faktörler, öğrenmeye uygun ortamda bulunması, gereken nitelikler gibi konular üzerinde durur.
yapılan araştırmalar sonucunda, gelişim ve öğrenme konularında elde edilen bilgi birikimi artmış ve bu durum zamanla eğitim psikolojisinin alt dalları olarak nitelendirebileceğimiz iki bilim ortaya neden olmuştur. Gelişim psikolojisi ve öğrenme psikolojisi.
Biyoloji-Mikroplu Hastalıklar
İnsan sağlını bozan bir hücreli canlılara mikrop denir. Bütün insan organlarını olumsuz etkileyerek zarar verirler. Hastalık yaparlar.
Mikrop çeşitleri ve oluşturdukları hastalıklar
Plazmodyum Sıtma hastalığı
Tripanasoma Uyku hastalığı
Leishmania Şark çıbanı
Entamoeba Amipli dizanteri
Mantarlar Kaşıntı kellik gibi deri hastalıkları
Bakteriler Bağırsaklarda tifo ve dizanteri Akciğerlerde verem boğazda difteri
Şarbon, tetanoz, veba ve kolera bakterilerin oluşturdukları hastalıklardır.
virüsler ise;kızamık, nezle, suçiçeği, grip, kabakulak ve kuduz gibi hastalıkları oluşturur.
Mikropların Kaynakları
1.Yiyecekler;Kirlenmiş olan yiyecekler.
2.Hava;hava içindeki küçük parçacıklar
3.Mikrop taşıyıcıları;Böcekler ve fare (sivrisinek ve sıtma); karasinek(tüberküloz)pire(veba) hastalığını bulaştırır.
4.Kirli ortamlar;Güneşsiz, havasız, nemli ve pis ortamlar.
Mikropların vücuda giriş yolları
1.Burundan hava ile
2.Ağızdan yiyeceklerle
3.Deri zedelenmeleri ve bunlara mikroorganizmaların bulaşması
4.Göz ve kulak yolu ile
Mikroplar vucuda nasıl verirler?
1.Vücutta sayıca artarak, yani artarak
2.Tosin(zehir) üreterek
3.Hücreleri parçalayarak vücuda zarar verirler.
Mikropların çoğalması vücudun dirençsiz zamanlarında olur.Yorgunluk, uykusuzluk, zayıf düşme, içki içme ve soğuk algınlığı vücudu güçsüz kılar.
Mikropların vücuda girip üremesine ve kana karışmasına kuluçka süresi ve yerleştiği organ farklıdır.
Mikropla Nasıl Savaşılır?
1.Akyuvarlar mikropları fogositoz ile alırlar ve enzimleriyle parçalarlar
2.Akyuvarlar mikroplara karşı antikor ve antioksin üretirler. Antikorlar mikrobu etkisiz hale getirirler. Antioksin ise; toksinlerini etkisiz hale getirirler. Üretilen antikorlar kanda bdevamlı olarak kalırsa birey o mikroba karşı bağışıklık kazanmış olur. Her mikroba karşı, üretilen antikor ve antioksin özeldir. Başka mikrobu etkilemez.
Mikrop çeşitleri ve oluşturdukları hastalıklar
Plazmodyum Sıtma hastalığı
Tripanasoma Uyku hastalığı
Leishmania Şark çıbanı
Entamoeba Amipli dizanteri
Mantarlar Kaşıntı kellik gibi deri hastalıkları
Bakteriler Bağırsaklarda tifo ve dizanteri Akciğerlerde verem boğazda difteri
Şarbon, tetanoz, veba ve kolera bakterilerin oluşturdukları hastalıklardır.
virüsler ise;kızamık, nezle, suçiçeği, grip, kabakulak ve kuduz gibi hastalıkları oluşturur.
Mikropların Kaynakları
1.Yiyecekler;Kirlenmiş olan yiyecekler.
2.Hava;hava içindeki küçük parçacıklar
3.Mikrop taşıyıcıları;Böcekler ve fare (sivrisinek ve sıtma); karasinek(tüberküloz)pire(veba) hastalığını bulaştırır.
4.Kirli ortamlar;Güneşsiz, havasız, nemli ve pis ortamlar.
Mikropların vücuda giriş yolları
1.Burundan hava ile
2.Ağızdan yiyeceklerle
3.Deri zedelenmeleri ve bunlara mikroorganizmaların bulaşması
4.Göz ve kulak yolu ile
Mikroplar vucuda nasıl verirler?
1.Vücutta sayıca artarak, yani artarak
2.Tosin(zehir) üreterek
3.Hücreleri parçalayarak vücuda zarar verirler.
Mikropların çoğalması vücudun dirençsiz zamanlarında olur.Yorgunluk, uykusuzluk, zayıf düşme, içki içme ve soğuk algınlığı vücudu güçsüz kılar.
Mikropların vücuda girip üremesine ve kana karışmasına kuluçka süresi ve yerleştiği organ farklıdır.
Mikropla Nasıl Savaşılır?
1.Akyuvarlar mikropları fogositoz ile alırlar ve enzimleriyle parçalarlar
2.Akyuvarlar mikroplara karşı antikor ve antioksin üretirler. Antikorlar mikrobu etkisiz hale getirirler. Antioksin ise; toksinlerini etkisiz hale getirirler. Üretilen antikorlar kanda bdevamlı olarak kalırsa birey o mikroba karşı bağışıklık kazanmış olur. Her mikroba karşı, üretilen antikor ve antioksin özeldir. Başka mikrobu etkilemez.
İNSAN VÜCUDUNDA BESİNLERİN SİNDİRİLMESİ
Vücudun günlük çalışma ile kaybettiği madde ve enerjiyi karşılamak üzere dışarıdan alınan besinlerin değişikliğe uğratılarak kana geçebilecek duruma gelmesine sindirim denir. Bu ödevi yapan organlara da sindirim organı denir.
1.Sindirim Organı
Sindirim organı ağız, yutak, yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı, ince bağırsa, kalın bağırsak, ve bunun sonu olan anüsten ibaret bir sindirim borusu ile buna bağlı tükrük, mide, pankres ve karaciğer bezlerinden yapılmıştır.
Sindirim Borusunun Yapısı
a.Ağız:Dişleri taşıyan üst ve alt çenelerle yanakların, damağın ve dilin çevrelediği boşluktur.
b.Dişler:Çene kemiklerindeki çukurlara yerleşmişlerdir.Dıştan bakıldığı zaman taç, botuncuk ve kök olmak üzere üç kısıma ayrıldığı görülür.Dişin taç kısmı ağızda görülen kısmıdır. Kök, diş yuvasına girer.Boyuncak da bu iki kısım arasında diş etlerinin sarıldığı yerdir.Taçın üzeri mine denilen parlak ve sert bir tabaka ile kaplıdır. Kökün üzerini ise, seman denilen daha az sert bir madde ile örülmüştür.Bu tabakaların altında dişin asıl dokusu olan fildişi tabakası vardır.Dişin ortasında bir kanal ve bu kanaldan da sinirlerle kan damarlarından gelmiş dişözü yer alır.Köklerin uçları deliklidir. Burada sinir ve kan damarları dişözüne girerler. Dişlerin şekilleri birbirine benzemez. Taçların biçimine göre farklı üç çeşit diş vardır.
1.Kesici Dişler:Çenelerin önünde dururlar. taçları yassı ve keskindir. Besinleri kesmeye yararlar. Her çenede dört tanedir. Birer köklüdürler.
2.Köpek Dişleri:Taçları koni gibi sivridir. Her çenede ikişer tanedir.Birer köklüdürler. Besinleri koparmaya yararlar.
3.Azı Dişleri:Taçları geniş, girintili ve çıkıntılıdır.Değirmen taşı gibi besinleri öğütmeye yararlar. Kökleri iki ya da üç çatallıdır. her çenede 12 azı dişi bulunur.
c.YUTAK:Ağzın arkasında bulunan boşluktur.Üst taraftan genze, alt taraftan yemek borusuna açılır.Yutaktan geçen lokmanın yemek borusu yerine soluk borusuna gitmemesi için gırtlağın üzerindeki kapak soluk borusunu kapsar.
1.Sindirim Organı
Sindirim organı ağız, yutak, yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı, ince bağırsa, kalın bağırsak, ve bunun sonu olan anüsten ibaret bir sindirim borusu ile buna bağlı tükrük, mide, pankres ve karaciğer bezlerinden yapılmıştır.
Sindirim Borusunun Yapısı
a.Ağız:Dişleri taşıyan üst ve alt çenelerle yanakların, damağın ve dilin çevrelediği boşluktur.
b.Dişler:Çene kemiklerindeki çukurlara yerleşmişlerdir.Dıştan bakıldığı zaman taç, botuncuk ve kök olmak üzere üç kısıma ayrıldığı görülür.Dişin taç kısmı ağızda görülen kısmıdır. Kök, diş yuvasına girer.Boyuncak da bu iki kısım arasında diş etlerinin sarıldığı yerdir.Taçın üzeri mine denilen parlak ve sert bir tabaka ile kaplıdır. Kökün üzerini ise, seman denilen daha az sert bir madde ile örülmüştür.Bu tabakaların altında dişin asıl dokusu olan fildişi tabakası vardır.Dişin ortasında bir kanal ve bu kanaldan da sinirlerle kan damarlarından gelmiş dişözü yer alır.Köklerin uçları deliklidir. Burada sinir ve kan damarları dişözüne girerler. Dişlerin şekilleri birbirine benzemez. Taçların biçimine göre farklı üç çeşit diş vardır.
1.Kesici Dişler:Çenelerin önünde dururlar. taçları yassı ve keskindir. Besinleri kesmeye yararlar. Her çenede dört tanedir. Birer köklüdürler.
2.Köpek Dişleri:Taçları koni gibi sivridir. Her çenede ikişer tanedir.Birer köklüdürler. Besinleri koparmaya yararlar.
3.Azı Dişleri:Taçları geniş, girintili ve çıkıntılıdır.Değirmen taşı gibi besinleri öğütmeye yararlar. Kökleri iki ya da üç çatallıdır. her çenede 12 azı dişi bulunur.
c.YUTAK:Ağzın arkasında bulunan boşluktur.Üst taraftan genze, alt taraftan yemek borusuna açılır.Yutaktan geçen lokmanın yemek borusu yerine soluk borusuna gitmemesi için gırtlağın üzerindeki kapak soluk borusunu kapsar.
TARİH-TEMSİLİ HEYETİNİN ANKARA'YA GELİŞİ
Amasya görüşmelerinden sonra Mustafa Kemal Paşa üst seviyedeki komutanlarla Sivas ta bir görüşme yaptı. bütün sakıncalarına rağmen Meclisin İstanbulda açılması kabul edilirken, Meclisin serbestçegüvenlik içinde çalışmasının görülmesine kadarTemsilciler kurulunun Anadoluda kalması kararı verildi.
Mustafa Kemal Paşa İstanbuldaki gelişmeleri daha yakından izlemek, Batı cephesine yaklaşmak, ayrıca haberleşme ve ulaşım için uygun olması, Anadolunun kontrolünün daha rahat olması gibi nedenlerle Temsil heyetiyle çalışmalarını An karada yapmayan karar vermiştir.
27 Aralık 1919 da temsilcilerle birlikte Ankaraya gelen Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadeleyi bu merkezden idare etmeye başlamıştır.
SON OSMANLI MECLİS-İ MEBUSANIN TOPLANMASI
Yapılan amasya görüşmelerinde alınan karar üzerine İstanbul hükümetinin de onayı ile 7 Kasım 1919 da genel seçimler yapılmış, ağırlıklı olarak Müdafa-i Hukuk Cemiyetine üye olanlar vekil seçilmişlerdir.
İtilaf Devletleri İstanbulda olduklarından dolayı gelişmeri rahatlıkla denetleyebileceklerine inanmışlar ve ve bu gelişmere müdahale etmemişlerdir.
Erzurum milletvekili seçilen Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele taraftarı olan milletvekileri ile Ankarada bir Görüşme yaparak mecliste görüşülecek konuları belirlemek istemişti.Ncak İstanbul Hükümetinin engellemelerinden dolayı görüşme az kişinin katılımı ile gerçekleşmiştir.
Bu görüşmede M.Kemal Paşa ;kendisinin meclis başkanı seçilmesi , mecliste Müdafa-i Hukuk grubunun kurulması, Misak-i Millinin kabul edilmesi, meclisin İstanbul dışında toplanmasının sağlanması gibi isteklerde bulunmuştur.
12Ocak 1920nde İstanbulda toplanan meclis çalışmara başlamış, ancak M.Kemal Paşanın istekleri gerçekleştirilememiştir.Mecliste saltanata olan bağlılık kendini daha çok göstermiş ve alınan kararlara da yansımıştır.Ancak 28 Ocak 1920 de yapılan bir gizli oturumda Misak-i milli kabul edilmiştir.
MİSAK-İ MİLLİ KARARLARI
*İtilaf ordularının işgali altında olan Arap memleketlerindeki durum halkın serbestçe yapacağı oylamaya göre belirlenecektir.Türk ve İslam çoğunluğunun bulunduğu topraklar bir bütündür.
*Halkın oyları ile anavatana katılan Kars, Ardahan, Batum sancaklarında gerekirse halkoylaması yapılacaktır.
*BatıTrakyanın hukuki durumu bölge halkının özgürce vereceği kararlara uygun olmalıdır.
*Osmanlı Devletinin başkenti ve hilafet merkezi olan İstanbul her türlü tehlikeden korunmalı ve güvenli duruma gettirilmelidir.Boğazların dünya ticaretine açılması meselesi ilgili devletlerle birlikte verilecek kararlarla belirlenecektir.
*Azınlıklara tanınacak haklar komşu devletlerde yaşayan müslümanlara tanınacak haklar aynı şartlarda olacaktır.
*Siyasi, mali ve adli adli gelişimi sınırlayan unsurlar kaldırılmalı ve gelişmemizi sağlamak amacıyla tam serbestiyet tanınmalıdır.Borçların ödenmesi de bu esasa göre olacaktır.
Mustafa Kemal Paşa İstanbuldaki gelişmeleri daha yakından izlemek, Batı cephesine yaklaşmak, ayrıca haberleşme ve ulaşım için uygun olması, Anadolunun kontrolünün daha rahat olması gibi nedenlerle Temsil heyetiyle çalışmalarını An karada yapmayan karar vermiştir.
27 Aralık 1919 da temsilcilerle birlikte Ankaraya gelen Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadeleyi bu merkezden idare etmeye başlamıştır.
SON OSMANLI MECLİS-İ MEBUSANIN TOPLANMASI
Yapılan amasya görüşmelerinde alınan karar üzerine İstanbul hükümetinin de onayı ile 7 Kasım 1919 da genel seçimler yapılmış, ağırlıklı olarak Müdafa-i Hukuk Cemiyetine üye olanlar vekil seçilmişlerdir.
İtilaf Devletleri İstanbulda olduklarından dolayı gelişmeri rahatlıkla denetleyebileceklerine inanmışlar ve ve bu gelişmere müdahale etmemişlerdir.
Erzurum milletvekili seçilen Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele taraftarı olan milletvekileri ile Ankarada bir Görüşme yaparak mecliste görüşülecek konuları belirlemek istemişti.Ncak İstanbul Hükümetinin engellemelerinden dolayı görüşme az kişinin katılımı ile gerçekleşmiştir.
Bu görüşmede M.Kemal Paşa ;kendisinin meclis başkanı seçilmesi , mecliste Müdafa-i Hukuk grubunun kurulması, Misak-i Millinin kabul edilmesi, meclisin İstanbul dışında toplanmasının sağlanması gibi isteklerde bulunmuştur.
12Ocak 1920nde İstanbulda toplanan meclis çalışmara başlamış, ancak M.Kemal Paşanın istekleri gerçekleştirilememiştir.Mecliste saltanata olan bağlılık kendini daha çok göstermiş ve alınan kararlara da yansımıştır.Ancak 28 Ocak 1920 de yapılan bir gizli oturumda Misak-i milli kabul edilmiştir.
MİSAK-İ MİLLİ KARARLARI
*İtilaf ordularının işgali altında olan Arap memleketlerindeki durum halkın serbestçe yapacağı oylamaya göre belirlenecektir.Türk ve İslam çoğunluğunun bulunduğu topraklar bir bütündür.
*Halkın oyları ile anavatana katılan Kars, Ardahan, Batum sancaklarında gerekirse halkoylaması yapılacaktır.
*BatıTrakyanın hukuki durumu bölge halkının özgürce vereceği kararlara uygun olmalıdır.
*Osmanlı Devletinin başkenti ve hilafet merkezi olan İstanbul her türlü tehlikeden korunmalı ve güvenli duruma gettirilmelidir.Boğazların dünya ticaretine açılması meselesi ilgili devletlerle birlikte verilecek kararlarla belirlenecektir.
*Azınlıklara tanınacak haklar komşu devletlerde yaşayan müslümanlara tanınacak haklar aynı şartlarda olacaktır.
*Siyasi, mali ve adli adli gelişimi sınırlayan unsurlar kaldırılmalı ve gelişmemizi sağlamak amacıyla tam serbestiyet tanınmalıdır.Borçların ödenmesi de bu esasa göre olacaktır.
1 Ocak 2010 Cuma
TARİH- AMASYA GÖRÜŞMELERİ(20-22 EKİM 1919)
Heyeti Temsiliye Sivas Kongresinden hemen sonra Milli Mücadele aleyhtarı olan Damat Ferit Hükümetiile mücadeleye başlamıştı.Mustafa Kemal Paşa da padişaha artık milletin bu hükümete güveninin kalmadığınıiletmeye çalışmışsa da görüşememiştir.Bunun üzerine Anadolu Hareketi İstanbul Hükümeti ile bütün ilişki ve haberleşmeyi kesmiş ve bu gelişmeyle de Damat Ferit Hükümetinin 30 Eylül 1919 da istifa etmesini sağlamıştır.2 Eylül 1919da anadoludaki harekete ılımlı olan Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulmuştur.
Ali Rıza Paşanın teklifi ile iki taraf arasında Amasyada bir görüşme yapılmasına karar verilmiştir.20-22 Ekim 1919 da Amasya da yapılan görüşmelere Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal Paşa Hükümeti adına ise Bahriye Nazırı Salih Paşa katılmıştır.
Görüşmede Alınan Kararlar
*Türk vatanı düşmana terk edilmeyecek, bağımsızlık ve bütünlüğü korunacak, manda ve himaye kesinlikle kabul edilmeyecek
*Azınlıklara siyasi egemenliği ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıklar verilmeyecek
*İstanbul Hükümeti Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetini resmen tanıyacaktır.
*Temsil Kurulu onayı olmadan İtilaf devletleri ile barış görüşmesi yapılmayacak
*Mebusan Meclisi toplanacak, seçimler serbestçe yapılacak, ancak Meclis-i Mebusanın
TARİH-SİVAS KONGRESİ(4-11 EYLÜL 1919)
Amasya Genelgesinde karar verilen ve bütün makamlara duyurulan Sivas Kongresi, bütün engelleme çalışmalarına rağmen 38 delegenin katılımı ile 4 Eylülde toplanmıştır.35 delegenin oyunu alan Mustafa Kemal Paşa da kongre başkanı olmuştur.
Kongrede Alınan Kararlar
-Yapılan bazı değişiklik ve ilavelerle Erzurum Kongresinde alınan kararlar kabul edilmiştir.
-Milli cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafai hukuk cemiyei adı altında birleştirilmiştir.
-Manda ve himaye kesinlikle reddedilmiştir.
-Devletin ve milletin bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü zarar görmemek şartıyla bir başka devletten ekonomik yardım alınabilecektir.
-Erzurum Kongresinde kurulan temsilciler heyeti bütün vatanı temsil edecek duruma getirilmiştir.
-Osmanlı Mebusan Meclisinin toplanması için faaliyetlerde bulunacaktır.
Kongreden Çıkarılabilecek Sonuclar
*Ülkenin her yerinden delegelerin katılımından dolayı milli bir kongredir.
*Herşeyin üstünde ulusal egemenlik ilkesi ve Misak-i Milli benimsenmiştir.
*Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşanın liderliği kesin olarak kabul edilmiştir.
Kongrede Alınan Kararlar
-Yapılan bazı değişiklik ve ilavelerle Erzurum Kongresinde alınan kararlar kabul edilmiştir.
-Milli cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafai hukuk cemiyei adı altında birleştirilmiştir.
-Manda ve himaye kesinlikle reddedilmiştir.
-Devletin ve milletin bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü zarar görmemek şartıyla bir başka devletten ekonomik yardım alınabilecektir.
-Erzurum Kongresinde kurulan temsilciler heyeti bütün vatanı temsil edecek duruma getirilmiştir.
-Osmanlı Mebusan Meclisinin toplanması için faaliyetlerde bulunacaktır.
Kongreden Çıkarılabilecek Sonuclar
*Ülkenin her yerinden delegelerin katılımından dolayı milli bir kongredir.
*Herşeyin üstünde ulusal egemenlik ilkesi ve Misak-i Milli benimsenmiştir.
*Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşanın liderliği kesin olarak kabul edilmiştir.
BİLGİ FELSEFESİ
1.RASYONALİZM:Bu yaklaşım,bilginin doğuştan akılda bulunduğunu ve bu bilgiye ancak akılla ulaşılabileceğini savunur.Bu yaklaşıma göre bilgi, kesin ve genel geçer olmalıdır. Böyle bir bilgiye de deneyimlerle değil ancak akılla ulaşılır.Çünkü deneyimlerin kişi ve koşullara göre değişir.Oysa akıl bilgileri,herkesin üzerinde uzlaştığı kesin bilgiler verir.Bu akımın başlıca temsilcileri;Sokrates, Platon, Aristotales, Farabi, Deskartes ve Hegeldir.rasyonalist filozoflar , bilginin mükemmel örneği olarak matematiği gösterirler.Çünkü matematiğin bilgileri hem geçmiş hem de gelecek için geçerli olan bilgilerdir.Rasyonalist filozofların ortak noktası, bilginin oluşmasında akla verdikleri önemdir.Bu filozoflar, aklı temel almalarına karşın akla yükledikleri görev açısından birbirlerinden ayrılırlar.
_Sokratese göre akıl, doğuştan gelen bilginin saklı olduğu depodr.
_Platona göre akıl, asıl varlıklar olan idealar aleminden gldiği için bu gerçek varlığın bilgisine doğuştan sahptir.
_Aristotalese göre akıl, doğuştan bilgi sahibi değil;bilgiyi sonradan oluşturur.
_Descartese göre akıl, hem doğuştan bazı bilgilere sahiptir hem de kendisinden şüphe edilmeyecek apaçık bilgileri sağlar.
_Hegele göreakıl, (Geit:evreni yaratan mutlak ruh) evrendeki herşeyin tek varlık sebebidir;yani her şey varlığını akıldan alır.
_Sokratese göre akıl, doğuştan gelen bilginin saklı olduğu depodr.
_Platona göre akıl, asıl varlıklar olan idealar aleminden gldiği için bu gerçek varlığın bilgisine doğuştan sahptir.
_Aristotalese göre akıl, doğuştan bilgi sahibi değil;bilgiyi sonradan oluşturur.
_Descartese göre akıl, hem doğuştan bazı bilgilere sahiptir hem de kendisinden şüphe edilmeyecek apaçık bilgileri sağlar.
_Hegele göreakıl, (Geit:evreni yaratan mutlak ruh) evrendeki herşeyin tek varlık sebebidir;yani her şey varlığını akıldan alır.
FELSEFE- TOPLUM İLİŞKİSİ
İnsan,insan olma özelliğini toplum içerisinde kazanmaktadır.Toplum içerisinde sosyalleşmektedir.O toplumun şeklini almaktadır.Filozoflarda belirli bir toplumda yaşadıkları için yaşadıkları toplumun kültürü filozofu etkiler, yönlendirir.Düşüncelerinin şekillenmesine yardımcı olur.Bu nedenle felsefi sistemler, içinde doğdukları toplumun ve çağın özelliklerini yansıtırlar. Örneğin Thales ortaya koyduğu görüşlerde kendi toplumundan ,Milet teki özgür, demokratik ortamdan yararlanmıştır.sonra da ortaya koyduğu görüşleri ile çevresini etkilemiştir.Örneğin, sofistlerin ortaya çıması da toplumsal olaylardan kaynaklanmaktadır.Yunanlıların Pers savaşlarında İranları yendikten sonra Atina demokrasi ile yönetiyor, ülke siyaset, kültür ve ekonomi bakımından en parlak dönemini yaşıyordu. Demokratik bir toplumda politikada başarılı olmak isteyen, iyi düşünmek, güzel konuşmak isteyenler vardı.İşte bu gereksinimleri karşılamak için Sofistler ortaya çıkmıştır. Kısaca toplumun yapısında meydana gelen değişiklik, felsefenin de konusunu değiştirmiştir. doğa sorunu yerini insan ve topluma bırakmıştır.Toplumdan etkilenen sofistler toplumu etkilemeye başlamıştır.Filozoflar, felsefe sistemini kendilerine özgü olarak ifade ederler.Bu nedenle her sistem, onu ortaya koyan filozofun kişiliğini ortaya koyar. Bu kişilik üzerinde toplumun ve kültürün etkisini yadsımamak gerekir.
FELSEFE-FELSEFENİN DOĞUŞU
İlkçağ dafelsefe m.ö 600 lerde Antik Yunanistan da ortaya çıkmıştır.felsefe, Antik Yunanistan da bugünkü İzmir ve Aydın yörelerinde bulunan İyonya da başlamıştır.
Felsefenin İyonyada ortaya çıkması bir tesadüf değiildir.İyonyalılar ticaretle zenginleşmişlerdir.bu ekonomik zenginlik demokratik toplumu doğurmuştur.İyon kent devletleri içerisinde m.ö VI. yüzyılda diğerlerine göre hem büyük bir üretim merkezi hem de bir ticaret limanı olan Milet Thales i yetiştirmeyi sosyo-ekonomik yapısındaki gelişmeye borçludur.
Felsefe İyonya da ilk defa insanın ;varlığın anlamı,evrenin yapısı ve yazgısı üzerine düşünmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır.
Felsefeden önce insanlar doğa olaylarını, mitolojilerle açıklamaya çalışıyordu.Mitolojiler ise insanlara doğaüstü açıklamalar sunuyorlardı.Mitolojik açıklamalar, insanın merak ve hayretini gidermeyince veya insan aklını tatmin edemeyince, insan kendi gözlemlerini değerlendirmeye ve doğa olaylarını açıklamaya başladığında ise ortaya felsefe çıkmış oldu.Yani felsefeden önce insanın tüm merak ve hayretini mitolojiler gideriyordu.Bu mitolojiler, bilinçsiz olarak çalışan ve yaratan kollektif hayal gücünden oluşurlar.Mitolojinin köklerinin Tanrı da olduğuna olduğuna inanılır.Bu neden lerle mitolojilere olduğu ibi inanılmaktadır.
Felsefenin İyonyada ortaya çıkması bir tesadüf değiildir.İyonyalılar ticaretle zenginleşmişlerdir.bu ekonomik zenginlik demokratik toplumu doğurmuştur.İyon kent devletleri içerisinde m.ö VI. yüzyılda diğerlerine göre hem büyük bir üretim merkezi hem de bir ticaret limanı olan Milet Thales i yetiştirmeyi sosyo-ekonomik yapısındaki gelişmeye borçludur.
Felsefe İyonya da ilk defa insanın ;varlığın anlamı,evrenin yapısı ve yazgısı üzerine düşünmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır.
Felsefeden önce insanlar doğa olaylarını, mitolojilerle açıklamaya çalışıyordu.Mitolojiler ise insanlara doğaüstü açıklamalar sunuyorlardı.Mitolojik açıklamalar, insanın merak ve hayretini gidermeyince veya insan aklını tatmin edemeyince, insan kendi gözlemlerini değerlendirmeye ve doğa olaylarını açıklamaya başladığında ise ortaya felsefe çıkmış oldu.Yani felsefeden önce insanın tüm merak ve hayretini mitolojiler gideriyordu.Bu mitolojiler, bilinçsiz olarak çalışan ve yaratan kollektif hayal gücünden oluşurlar.Mitolojinin köklerinin Tanrı da olduğuna olduğuna inanılır.Bu neden lerle mitolojilere olduğu ibi inanılmaktadır.
Eğitim Bilimine Giriş-Eğitimin Ekonomik İşlevleri
Çağdaş ülkelerde eğitimin toplumsal, kültürel hayatın geliştirilmesinin yanında ekonomik işlevleri de vardır.Bu işlevler o ülkenin milli ekonomisine olumlu anlamda etkilerde bulunur ve her sağlıklı ekonomide olduğu gibi ekonomik girdiler gibi nitelikli çıktılar üretir.Eğitim, ulusal ekonomiye değerler birikimi olan ekonomik insan kazandırır.Eğitim en geniş anlamda ve boyutta ele alındığında, kalkınmaya aşağıdaki algılanabilen ve birbiriyle ilişkili yol ve biçimlerde katkıda bulunur.Eğitimin ekonomik görevleri hem bireysel hem de toplumsaldır.
Bireysel görevlerine bakıldığında;
1.Günümüzde eğitim bireye geçimini sağlayacak ekonomik kazanç sağlar.
2.Eğitim bireye tüketim teknolojisini daha rasyonel bir şekilde kullanabilme becerisi kazandırır.
3.Eğitim kişiye eğitim sistemini daha ekonomik bir biçimde çalıştırabilme yeteneği sağlar ve bunun gelişmesine yardımcı olmak şeklinde sıralanabilir.
Toplumsal görevleri ise;Toplumdaki bireylere belli bir beceri kazandırarak onları üretici durumuna getirerek, endüstri, tarım, ve hizmet alanlarında gereksinim duyulan insan gücünü yetişmektedir.Buna göre toplum eğitimden kalkınmaya katkı sağlayabilecek insan gücünü yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Bireysel görevlerine bakıldığında;
1.Günümüzde eğitim bireye geçimini sağlayacak ekonomik kazanç sağlar.
2.Eğitim bireye tüketim teknolojisini daha rasyonel bir şekilde kullanabilme becerisi kazandırır.
3.Eğitim kişiye eğitim sistemini daha ekonomik bir biçimde çalıştırabilme yeteneği sağlar ve bunun gelişmesine yardımcı olmak şeklinde sıralanabilir.
Toplumsal görevleri ise;Toplumdaki bireylere belli bir beceri kazandırarak onları üretici durumuna getirerek, endüstri, tarım, ve hizmet alanlarında gereksinim duyulan insan gücünü yetişmektedir.Buna göre toplum eğitimden kalkınmaya katkı sağlayabilecek insan gücünü yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)